Sizce bu saldırılar neden oldu?
Yanıt için cinayetleri kimin işlediğini tespit etmeli. Kaynağın Ortadoğu’ya, Usame Bin Ladin’in şebekesine uzandığı genel kabul görüyor. Eylemlerin onun denetimi altında gerçekleştiği kesin değil ama bunu varsayalım: Aklı başında biri, bin Ladin’in görüşlerini ve bölgedeki geniş taraftar deposunun haleti ruhiyesini değerlendirmeye çalışır. Bunlar hakkında çok şey biliyoruz. Güvenilir Ortadoğu uzmanları bin Ladin’le çok etraflı röportajlar yapmıştı. Bölge hakkında derin bilgisi olan muhabir Robert Fisk (Independent gazetesi) bunlardan biri. Bin Ladin, Afganistan’da Ruslara azami zarar vermeyi amaçlayan CIA ve Pakistan’ın desteklediği aşırı kişilerden biriydi. Sonuç, ‘ılımlı bir rejimin yıkılıp, fanatik bir rejimin yaratılması’ oldu. Çoğu bin Ladin gibi Afgan olmayan ama ‘Afgani’ diye adlandırılan bu kişiler, Rusya-Afganistan sınırının iki yanında terör operasyonları yürüttü, Bunlar Rusya’nın çekilmesinden sonra kesildi.
Ne var ki ‘Afgani’ faaliyetler bitmedi. Balkan savaşlarında Bosnalı Müslüman güçlere katıldılar; ABD itiraz etmedi. ‘Afganiler’ şimdi Çeçenya’da da Ruslarla savaşıyor. Bin Ladin ve ‘Afganileri’nin 1990’da ABD aleyhine dönmeleri, ABD’nin Suudi Arabistan’da sürekli üs kurmasıyla oldu. Suudi Arabistan’ın mukaddes yerlerin koruyucusu olmak gibi özel statüsünden dolayı bu olay Rusların Afganistan’ı işgalinden çok daha önemliydi.
Bin Ladin bölgedeki baskıcı rejimlerin tümünü ‘İslam dışı’ bulur. Buna, dünyanın Taliban dışındaki en aşırı İslami köktendinci rejimi ve ABD’nin yakın müttefiki Suudi Arabistan dahil. Bin Ladin, bunları destekleyen ABD’den nefret ediyor. Bölgedeki herkes gibi o da İsrail’in zalim işgaline büyük öfke duyuyor. O da ABD’nin bu suçlara desteğini, Irak halkına karşı Britanya ile yürüttüğü saldırılarla birlikte düşünüyor. Bu saldırılar toplumu mahvetti, yüz binlerce ölüme yol açtı, Saddam’ı da güçlendirdi.
O Saddam ki, Kürtlerin gazla öldürülmesi dahil, feci suçları işlediği sırada ABD ile Britanya onun can dostu ve müttefikiydi.
Olguları Batılılar unutsa da bölge halkları iyi hatırlıyor. Wall Street Journal gazetesi 14 Eylül’de, bölgedeki zenggin Müslümanlarla (ABD ile sıkı bağları olan bankerler, serbest meslek sahipleri) yapılmış bir kamuoyu araştırması yayımladı. Bu insanlar da aynı duygu ve düşüncelere sahip. Sefalet ve baskı altındaki halkta benzer duygu ve düşünceler daha köklü. Bu, intihar saldırılarına yol açan umutsuzluk ve öfkenin de kaynağı.
ABD ve Batı dünyasının çoğunluğu, daha rahatlatıcı bir öyküyü tercih eder. New York Times’ın 16 Eylül sayısındaki ana yorum yazısında eylemi yapanların, ‘Batı’da baş taçı edilen özgürlük, hoşgörü, dini çoğulculuk ve genel oy hakkı gibi değerlere karşı duyulan nefret’le hareket ettikleri belirtiliyordu. ABD’ nin eylemleri konu dışı, değinmeye bile değmez. Anlatılan tablo amaca daha uygun.
Ayrıca, bin Ladin ve onun gibilerin ‘Müslüman devletlere büyük bir saldırı’ olsun diye dua ettikleri ve bu sayede ‘fanatiklerin onun davasına koşacakları’ da yaygın kabul gören görüş.
Bu saldırıların ABD iç politikası ve Amerika’nın kendini algılaması açısından nasıl sonuçları olacak?
ABD politikası resmen açıklandı zaten. Dünyaya ‘çırılçıplak bir seçme’ hakkı tanınıyor: Ya bizimle birlik olursun ya da ölüm ve yok oluş olasılığı ile karşı karşıya kalırsın. Kongre, Başkan’a, saldırılarla ilgili olduğuna karar verdiği tüm birey ya da ülkelere karşı kuvvet kullanma yetkisi verdi ki bu, destekleyenlerinin bile aşırı-suç olduğunu kabul ettiği bir doktrin.
Meselelerin Amerika’da nasıl algılandığı çok daha karmaşık. Şunu akılda tutalım, medya ve entelektüel elitlerin genellikle kendi özel gündemleri vardır. Sorunun cevabı ise önemli ölçüde bir karar meselesidir: Yeterince gayret ve enerji harcanırsa, fanatizmi, kör nefreti ve otoriteye körü körüne bağlılığı tersine çevirmek mümkün.
ABD’nin dünyanın geri kalanına karşı politikasını derinlemesine değiştirmesini bekliyor musunuz?
İlk tepki, öfke ve infiale yol açan politikaların daha yoğunlaştırılması ve yönetimin en şahin unsurlarının gündemini benimsemek yolunda bir çağrı oldu: Askerileştirmenin artırılması, içte hizaya getirip denetim altına alma, sosyal programlara saldırılması… Bir kez daha, terör saldırıları ve doğurdukları şiddet sarmalındaki tırmanış, otoriteyi, toplumun en haşin ve baskıcı unsurlarını güçlendiriyor. Oysa, bu sürece girmek hiç de kaçınılmaz değil.
ABD’nin saldırılara cevabının ne olacağı yolunda bir korku sardı ortalığı. Siz de korkuyor musunuz?
Aklı başında herkes, açıklanan ve muhtemelen bin Ladin’in dualarının kabulü anlamına gelen tepkiden korkmalı.
ABD, şimdiden Pakistan’dan gıda ve diğer yardımlarını kesmesini istedi. Oysa bunlar Afganistan’ın açlıktan kırılan halkının hiç olmazsa bir kısmını hayatta tutuyor. Eğer ABD’nin bu talebi yerine getirilirse, terörizmle uzaktan yakından ilgisi olmayan sayısız insan ölecek. İntikamdan bile çok daha düşük bir ahlaki düzeyde bu talep. Bu talebe tepkileri gözleyerek, Batı’da hâkim entelektüel kültürün ahlak düzeyi hakkında çok şey öğrenebiliriz. Şundan makul ölçüde emin olabiliriz, Amerikan toplumu, kendi adına yapılanlar hakkında en ufak bir fikre sahip olsa, dehşetten donakalırdı.
Pakistan ABD’nin isteklerini kabul etmezse, doğrudan bir saldırıya uğrayabilir ve bunun sonuçları kestirilemez. Pakistan ABD taleplerine boyun eğerse, hükümetin Taliban benzeri kuvvetlerce alaşağı edilmesi ihtimal dahilinde. O zaman yeni yönetimin elinde nükleer silahlar olacak. Bu noktada, insan toplumunun büyük bir bölümünü yok edecek bir savaş olasılığından bahsediyoruz.
Böyle olasılıkları bir yana bıraksak bile, Afganlara yapılacak bir saldırı, yorumcuların beklediği etkiyi yaratacak: Çok sayıda insan bin Ladin saflarına çekilecek. Bin Ladin öldürülse bile, bir şey fark etmeyecek. Sesi, İslam dünyasının dört yanında dağıtılan kasetlerde duyulmaya devam edecek ve muhtemelen şehit muamelesi görecek, ilham kaynağı olacak. Şunu akılda tutmakta yarar var: Tek bir intihar saldırısı, yani bir Amerikan üssüne sürülen bir kamyon, dünyanın en büyük askeri gücünü 20 yıl önce Lübnan’dan püskürtmeye yetmişti.
‘Dünya 11 Eylül 2001’den sonra bir daha eskisi gibi olmayacak.’ Siz de böyle mi düşünüyorsunuz?
Salı günkü saldırılar dünya siyasetinde oldukça yeni bir olguyu meydana getiriyor. Yenilik, saldırıların ölçeği ya da niteliğinde değil hedeflerinde. ABD için bu 1812 Savaşı’ndan beri kendi toprağında bir tehdide maruz kalışının ilk örneği. Şimdi ilk kez, topların namlusu tersine döndü. Aynı şey Avrupa için de geçerli, daha dramatik biçimde. Avrupa canice yıkımların altında kaldı ama iç savaşları yüzünden.
İngiltere’de IRA gibi istisnalar dışarıda bırakılırsa, kendisinin dışındaki kurbanların saldırısına uğramadı. Dolayısıyla, NATO’nun ABD’nin yardımına koşması doğal.
Batı nasıl tepki göstermeyi seçecek, işte bu olağanüstü derecede önemli. Zengin ve güçlü takımı yüzyıllardır süren geleneğine bağlı kalmayı seçer de aşırı şiddete başvurursa, bir şiddet sarmalının tırmanmasına katkıda bulunmuş olur. Bu çok bildik bir dinamik ve uzun vadeli sonuçları insanın kanını donduracak kadar korkunç olabilir. Tabii bu hiçbir şekilde kaçınılmaz bir şey değil. Daha özgür ve demokratik toplumlarda yaşayan uyanmış bir kamuoyu, hükümetlerin politikalarını daha insani ve onurlu bir güzergâha yönlendirebilir.
Eylül 2001, Radio B92 Belgrad,
Radikal’den alınmıştır.