Yaşlıların gençlere, gençlerin yaşlılara hoşgörüsüzlüklerinin doruğa ulaştığı, yaşlıların, sonunda, gençlere hakettiklerini söylemek için kanıt biriktirmekten başka bir şey yapmadıkları ve gençlerin de, yaşlıların hiçbir şeyi anlamadıklarını göstermek için bu fırsatı bekledikleri bir dönemde, tek söz söylemeyi başaramıyor Bay Palomar. Bazan araya girmeyi denemeye kalkışsa da, herkesin kendini, desteklediği görüşe, onun aydınlanmak amacıyla denemekte olduğu şeye dikkat edemeyecek denli kaptırmış olduğunu görüyor.
Olay, bir gerçekliği açıklamaktan çok, soru sormak istemesinde, oysa hiç kimsenin, bir başka söylemden geldikleri için, aynı şeyleri başka sözcüklerle düşünmek zorunda bırakacak ve belki de güvenceli yolların ötesinde bilinmedik topraklarda bulunmayı gerektirecek sorulara yanıt vermek için, kendi söyleminin raylarının dışına çıkmak istemediğini anlıyor. Ya da, soruları başkalarının kendisine sormasını istiyor; ama onun da, her soru değil, sadece kimi sorular hoşuna gidecek: Söyleyebileceğini duyumsadığı, ama ancak biri söylemesini isteyecek olursa, söyleyebileceği şeyleri söyleyerek yanıtlayabileceği sorular. Ne var ki, ona herhangi bir şey sormak, hiç kimsenin aklının ucundan bile geçmiyor.
Bu durum karşısında, gençlerle konuşmanın zorluğunu kendi kafasında evirip çevirmekle yetiniyor Bay Palomar.
Şöyle düşünüyor: “Zorluk, bizle onlar arasında doldurulamaz bir çukur olmasında. Bizim kuşağımızla onlarınki arasında birşeyler oldu, deneyim sürekliliği kesintiye uğradı: Artık ortak başvuru noktalarımız yok.”
Sonra şöyle düşünüyor: “Hayır, zorluk, onlara bir kınama ya da bir eleştiri ya da bir çağırı ya da bir öneri yöneltmeye kalktığımda, benim de gençliğimde aynı türden kınamalarla, eleştirilerle, çağırılarla, önerilerle karşılaşmış ve bunları dinlememiş olduğumu düşünmemden kaynaklanıyor. Zaman farklıydı ve bunun sonucu olarak davranışlarda, dilde, geleneklerde birçok farklılık vardı, ama zihnimin o zamanki çalışma biçimi, şimdikinden çok farklı değildi. Bu nedenle, konuşmak için hiç bir yetkim yok.”
Bay Palomar, sorunu ele almanın bu iki biçimi arasında uzun süre kararsız kalıyor. Sonra karar veriyor: “iki durum arasında bir çelişki yok. Kuşaklar arasında süreklilik çözümü, deneyimi aktarabilme olanaksızlığına, başkalarını, vaktiyle bizim işlediğimiz hataları işlemekten engellemeye bağlı. İki kuşak arasındaki gerçek uzaklık, ortak olarak sahip oldukları ve biyolojik kalıtım yoluyla aktarılan hayvan davranışlarında olduğu gibi, aynı deneyimlerin çevrimsel olarak yinelenmesini zorunlu kılan öğelerden kaynaklanıyor; buna karşılık onlarla bizim aramızdaki gerçek ayrılığın öğeleri, her çağın kendi içinde taşıdığı tersinmez değişikliklerin sonucu, yani onlara aktardığımız tarihsel kalıta, kimi kez bilinçsiz bir biçimde de olsa, sorumlusu olduğumuz bu gerçek kalıta bağlı. Bu nedenle, öğreteceğimiz hiçbir şey yok: Kendi deneyimimize çok benzeyen bir şeyi etkileyemeyiz; damgamızı taşıyan şeyde kendimizi tanımayı bilemiyoruz.”
Palomar, Can Yayınları
Türkçesi : Rekin Teksoy