Marco Polo yolculuklarında gördüğü kentleri kendisine anlatırken Kubilay Han’ın onun her dediğine inandığı söylenemez, ama kesin bir şey var, o da Tatar imparatorunun genç Venedikliyi, diğer bütün ulak ve kaşiflerinden daha büyük bir merak ve dikkatle dinlemeyi sürdürdüğü, imparatorların yaşamında bir an vardır: zapt ettiğimiz uçsuz bucaksız toprakların verdiği gurur duygusunu, bu diyarları tanımak ve kavramaktan yakında vazgeçeceğimizi bilmenin hüzün ve rahatlığını izleyen andır; bir duygu vardır: yağmurun ardından fillerin ve ocaklarda ağır ağır soğuyan güllük ağacı küllerinin yaydığı kokuyla birlikte akşam içimize çöküveren bir boşluk duygusudur; haritaların kızıl-sarı kavislerine, öyküler dokurcasına işlenmiş ırmakları ve dağları titreten, son düşman ordulannın bir bozgundan diğerine yok oluşunu bildiren mektupları birbiri üstüne düren, değerli madenler, işlenmiş deri ve kaplumbağa kabuklarıyla ödedikleri vergiler karşılığında muzaffer ordulanmızdan himaye dilenen adı sanı duyulmamış kralların mühründeki mumu söküp atan bir baş dönmesi vardır. O ana dek bize bir harikalar harikası gibi görünen imparatorluğun, ‘son’suz ve ‘biçim’siz bir yıkıntı olduğunu, çürümüşlüğünün asamızın kurtaramayacağı kadar kangrenleştiğini, düşman krallara karşı kazanılmış zaferlerin bizi onların ağır, uzun yıkımlarının mirasçısı kıldığını keşfettiğimiz bir umarsızlık anıdır bu. Kubilay Han, yalnız Marco Polo’nun anlattıklarında yıkılmaya mahkum surların ve kulelerin ötesine geçiyor, akkarıncaların bile kemiremeyeceği kadar ince bir resmin telkari çizgilerini yalnız orada seçebiliyordu.
“Marco Polo yolculuklarında gördüğü kentleri kendisine anlatırken, Kubilay Han’ın onun her dediğine inandığı söylenemez”: hiçbir atlasta bulunmayan kentlere yapılan yolculukların anlatısı böyle başlıyor Görünmez Kentler’de. Coğrafi ve tarihsel bir yabancılaşmanın ilmek ilmek dokunduğu bu kitapta her kent bir kadın adı taşıyor; bu kentlerin hangi geçmişe, hangi şimdiye ve hangi geleceğe ait olduğunu bilmek olanaksız. Kitabın ilk satırlarından başlayarak okuru saran büyü, Harikalar Kitabı’ndaki ya da Binbir Gece Masalları’ndaki düş diyarı Doğu’nün büyüsü. Ama satırlar ilerledikçe göstergeler dağarı ağır ağır değişir. Yerküreyi giderek örten çağdaş devkentlerin ortasında buluruz kendimizi ve düş kentleri, gölgelerini imgelem perdemizin üzerine düşürdükçe kentler çizgilere, noktalara dönüşür, ve görünmez olur. Düşlerde yaşayan bir Marco Polo’nun, hüzünlü bir Yüce Han’a anlattıkları, tıpkı Ortaçağ’in coğrafya bilgileri gibi, öznel ve tartışılmaz bir amblemler katalogu olur çıkar. Düzyazı şiirlerden, masallardan düşlerden oluşan bölümlerde birinden ötekine, yine de bir rota çizilebilir, bir yolculuğun gizli güzergahı izlenebilir. Belki de, yerlerle sakinleri arasındaki ilişkilerin, kentleri tüm açılarıyla bize yaşatan, onları bizim bir parçamız kılan arzuların ve bunalımların içine bugün hala yapılabilecek tek olası yolculuğun güzergahıdır bu. Görünmez Kentler’le Italo Calvino, cevaplamaktan çok soru soran, kendisini irdeleyerek, sorgulayarak gelişen, çoğul yön ve katmanları özgürce kateden özenli ve kusursuz bir yapıya yerleşerek her okura, kendi nedenleri ve duygularına göre bozup bozup kurabileceği bir kitap yazdı. Görünmez Kentler, Calvino’nun en önemli kitabı sayılıyor.
Remzi Kitabevi, Çilek serisi
Türkçesi : Işıl Saatçıoğlu (İtalyanca’dan çeviri)