Sermaye Denetlenmeli
Dünya aydınlarının önde gelen isimlerinden Noam Chomsky, uluslararası ekonominin ciddi sorunlarla yüz yüze bulunduğunu, IMF ve Dünya Bankası başta olmak üzere pek çok şeyin değişmesi gerektiğini söyledi. ”Tarihin bittiğini sadece zenginler iddia eder” diyen ”küreselleşme karşıtlarının entelektüel omurgası” , Almanya’da yayımlanan haftalık ”Die Zeit” gazetesinin son sayısında IMF, Dünya Bankası’nın rolü ve dünya ekonomisindeki ”antidemokratik eğilimlerle” ilgili soruları yanıtladı.
– Uzun bir zamandır küreselleşmeyi ve küreselleşmenin kurumlarını eleştirenlerden birisiniz. Suçlamalarınız lütfen…
N.C. – Dünya Bankası ve IMF’yi alalım. Bunlar, uzun bir süredir, kendi kendilerini benden çok daha şiddetli eleştiriyorlar. Sadece Dünya Bankası Baş Ekonomisti Joseph Stiglitz’i okuyun yeter. ”Denetleyenleri Kim Denetler” başlıklı kitabında, bu kurumların sadece o uğursuz iktisat politikalarını betimlemiyor, ölümcül sonuçları da betimliyor. Batı’nın baskısıyla soyut iktisat modellerinin diğer toplumlara nasıl uygulandığını betimliyor. Zorbaca sonuçlarıyla… Şu tipik ”Birinci Dünya / Üçüncü Dünya” hikâyesi işte. Uzun bir süredir temel sorun şu: Bu iki dünyayı da kesin bir olgu ayırıyor. Üçüncü Dünya, Birinci Dünya’nın tersine, 18. yüzyıldan bu yana liberalleşmeye zorlanmaktadır. Örnek olarak Hindistan ve Büyük Britanya’yı alın. Hindistan dünyanın önde gelen üreticilerinden biriydi. Tekstilde ve bazı diğer sektörlerde. İngiltere o zaman kendi tekstil sanayiini bu rekabetten korumak için yüksek gümrükler koydu. Yani bu ülke, güçlü devlete ve çok fazla korumacılığa oynadı. Ancak buna karşılık Hindistan liberalleşmeye zorlandı. Elbette bu, Birinci Dünya’nın başarılı sanayileşmesinin yegâne nedeni değil. Ama birçok açıdan bu şema bugüne dek devam etti. Kalkınan ülkeler, başlangıçta İngiliz modelini izleyenler oldu ve bir de Avrupa’nın etkisinden az ya da çok kaçınabilenler. Başaranlar, güçlü bir devlete sahip olanlar, serbest ticaret kurallarını korumacılıkla ihlal edenler ve yabancı teknolojileri ödünç alanlar oldu. Bu sonuncuya, bugün olsa, ürün korsanlığı denirdi. Ayrıca bütün bunlar ABD’nin erken dönem gelişim aşamalarına aynen uymaktadır.
– Devletin ekonomiyi yönlendirmesi, korumacılık… Bunlar sizce son derece olumlu şeyler. Ama ana eğilimin ekonomistlerine kalsa, onlar başka türlü formüle edeceklerdir: Bu yüzyılın 30’lu yıllarında, tam da devletlerin karşılıklı birbirine kapanması küresel ekonomik krizi güçlendirdi. Başka şeyler yanında bunu da ileride önlemek için insanlar sonunda Bretton Woods kurumlarını, IMF ve Dünya Bankası’nı yarattı…
N.C. – Çöküş için başka nedenler de vardı. Ama bırakın, şimdi IMF’nin kuruluşuna yol açmış motifler üzerine konuşalım. İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru ABD, dünyada olup bitenleri büyük ölçüde belirliyordu. Elbette uluslararası düzeni de kendi çıkarına göre örgütlenmiş görmek istiyordu. Bu ülkenin o zamanlar dev boyutlarda bir ticaret fazlası vardı. Savaş, üretimi olağanüstü arttırmıştı ve bu üretim de büyük ölçüde devletin yönetimindeydi. Gerekli olan, sırf bu mallarını satmak için ekonomik açıdan liberal bir çevre idi. Ama o dönemdeki politik çevre koşullarını da düşünün. Savaştan sonra her yerde radikal ve sosyal demokrat akımlar vardı. ABD’de de. Bütün bunları Bretton-Woods’un yaratıcıları göz önünde tutmak zorundaydılar. Yani sonuçta gerçi liberal bir ticaret sistemi kurdular, ama aynı zamanda hükümetlere, kendi ekonomik ve sosyal politikalarını sürdürmeleri için, bir serbest hareket alanı da bıraktılar. IMF böyle oluştu…
– Uluslararası eşgüdümün bir aracı oldu.
N.C. – Doğru. Bu durum sabit döviz kurları ve sermaye akımının denetimini öngörüyordu. Yaratıcıları White ve Keynes , bunu şöyle gerekçelendirmişti: Sermayenin denetimi olmaksızın, demokrasi de mümkün değildir. Ayrıca hiçbir ülke de yatırımcıların çıkarlarına karşı çıkan bir iktisat politikası izleyemezdi, bunu diyorlardı.
– Birçok ekonomist bugün şöyle konuşacaktır: ”Hah işte, ne güzel, o zaman hükümetler piyasa yanlısı bir politika uygulamalı…”
N.C. – Bırakın ekonomistler konuşsun. Onlar demokrasiden nefret ediyor olabilirler, ama Bretton-Woods’un demokrasiyi teşvik etmesi gerekiyordu. Bretton-Woods, halkların egemenliğini korumak, iktisat politikasında planlamayı mümkün kılmak ve sabit döviz kurları üzerinden spekülasyonu engellemek istiyordu. Ancak bu sistem, 70’li yıllarda çöktü. Döviz kurları esnekleşti, sermaye akımı üzerindeki denetimlerden vazgeçildi ve şu meşhur küreselleşme başladı. O zamandan beri de kısa vadeli sermaye akımı büyüyor ve bu, olağanüstü bir şey. Liberalleşme başladığından beri ekonomik verilerin çoğu kötüleşti: Sanayileşmiş ülkelerde ekonomik büyüme yarı yarıya düştü. Azgelişmiş ülkelerde de durum 70’lerden daha kötü duruma geldi.
– Ancak IMF’de sermayenin serbest dolaşımı için en çok baskı yapan ülke, bugün birçok ekonomi için model niteliği taşıyor. ABD, diğerlerini şaşırtacak ekonomik veriler ortaya sürebilir.
N.C. – Aslında ABD’nin durumu feci. Sadece ekonomik büyümeyi alın. Eğer bunu kişi başına hesap ederlerse, bir anlamı vardır. Nüfusun artması nedeniyle 70’lerden beri hemen hiç büyümedi. Ayrıca ücretler de bununla birlikte büyüme göstermedi. Çalışma süresi arttı. Çalışma saatleri diğer bütün sanayi ülkelerinden daha uzundur. Ayrıca zenginlikler her zamankinden daha adaletsiz dağıtılmaktadır.
– Siz, sık sık ”ABD dünyanın en özgür ülkesi” dersiniz. Bu, burada herkesin her şeyi bilip söyleyebileceği anlamına geliyor. Propagandanın halkı ahmaklaştırdığı gerekçesi yetersiz kalmıyor mu?
N.C. – Elbette herkes her bilgiyi alabiliyor. Tıpkı Üçüncü Dünya’nın durumunun neden böyle kötü, Birinci Dünya’nın da iyi olduğunu, her ekonomistin bulabileceği gibi. Ama insanların çoğu bunun nasıl olduğunu öğrenmiş değil. Uzun bir iş gününün ardından kendilerini televizyonun önüne atacak veya bir bara gidecek kadar enerji ancak kalıyor.
– IMF’de hangi reformlar sizce yeterli olabilir. Yani ne zaman protestocular memnun bir biçimde evlerine dönebilecek?
N.C. – Değiştirilmesi gereken çok şey var. Ama kesin olan bir şey şudur: Ülkeler sermaye akımlarını denetleyemezlerse demokrasinin şansı pek azdır ve iktisat politikalarının hareket alanı da çok sınırlı kalacaktır. Tarihte mümkün olan her şey hep değişti. Sadece zenginler, tarihin sonuna ulaşıldığını iddia ettiler.
17 Nisan 2000 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nden alınmıştır.