(…) Bir kez daha çeşitli kavramları tekrarlamak istiyoruz:
a) Politik düzen, birbirleriyle çelişen ve başka kavramlara indirgenemeyen, birbiriyle bağlantılı iki ilkeye dayanmaktadır: Otorite ve özgürlük.
b) Bu iki ilkeden, birbirlerine aynı şekilde karşıt olan iki yönetim sistemi türetilebilir: Mutlakiyetçi veya otoriter yönetim sistemi ve özgürlükçü yönetim sistemi.
c) Bu iki yönetim sisteminin biçimleri birbirlerinden aynı şekilde farklıdır ve doğaları gibi bir arada geçinemez ve uzlaşamazlar; onları iki kelime ile karakterize ettik: bölünemezlik ve ayrılık.
d) Akıl bize, her teorinin kendisini kendi ilkesine göre ve her varlığın kendisini kendi yasasına göre ortaya koyması gerektiğini gösteriyor: Akıl, yaşamın da düşüncelerin de ön kabulüdür. Fakat politikada bunun tersi kendini gösterir: ne otorite ne de özgürlük kendilerini ayrı ayrı kurabilir ve tamamen kendilerine ait olan bir sistem ortaya koyabilirler; tam aksine, gerçekleştirilmeleri sırasında sürekli biri diğerinden ödünç almaya mahkumdur.
e) Buna göre, politikada ilkelere bağlılık yalnızca bir ideal olarak kalır, pratikte ise her türlü uzlaşma gerçekleşir. Bu yüzden, analiz sonuna kadar yürütülürse, yönetim, en iyi dileklere ve düşünülebilecek bütün erdemine rağmen yalnızca bir piç’tir, şaibeli bir yaratıktır, katı mantıktan uzaklaşan ve dürüstlükten taviz veren yönetim biçimlerinin bir karışımıdır. Hiçbir yönetim bu çelişkiden kurtulamaz.
f) Önerme sonucu: Keyfiyet, uğursuzca politikaya nüfuz ettiğinden, çok geçmeden iktidar ruhuna dönüşecek ve toplum nefes bile alamadan, acımasızca, devrimin sonu gelmez meyilli yoluna sokulmuş olacaktır.
Şu anca dünya böyle bir durum içinde bulunmaktadır. Bu şeytani kötülüğün, doğamızdaki zayıflığın, takfiri ilahinin lanetinin, tesadüfün keyfinin veya kaderin bir sillesinin sonucu değildir. İşler böyle bir kere, hepsi bu. Bu benzersiz durumdan en iyisini yapmak bize düşüyor…
Teoride ve tarihte otorite ve özgürlük bir çeşit kutupluluk halinde birbirlerini takip ettiklerinden;
Birincisi farkedilmez hale gelip gerilediği ve ikincisi geliştiği ve ön plana çıktığı için;
Bu ikili hareketten bir tabiiyet ilişkisi çıktığı ve bunun gücü otoriteyi, özgürlükten yana fazlasıyla büktüğü için,
Başka bir deyişle, özgürlükçü ya da sözleşmeye dayalı yönetim sistemi, her gün otoriter yönetim sistemleri üzerinde yeni zaferler kazandığı için; sözleşme fikrini, politikadaki bütün hakim düşüncelerin üstünde tutmalıyız.
Eğer politik sözleşme, karşılıklı bir sözleşme, demokrasi fikrinin gerektirdiği gibi, bir mübadele sözleşmesi olma koşulunu yerine getirecekse, eğer o, belli sınırlarda kalarak herkes için faydalı ve uygun olacaksa, o zaman vatandaşlar bu bağlılığa girmekle 1. devletten kendilerinin ona bağışladıkları kadar şey almalı ve 2. kendi tam özgürlüğünü, hükümranlığını ve insiyatifini korumalıdır; bundan yalnızca sözleşmenin özel içeriğine ve devlet tarafından istenen garantilere ilişkin şeyleri hariç tutabiliriz.
Bu tarzda düzenlenmiş ve kavranmış olan politik sözleşmeyi Federasyon olarak tanımlıyorum.
Toplum düzeninin sapma ve bozulmaları, ilkelerindeki antagonizmadan kaynaklanmaktadır; ilkeler birbirlerine zarar vermeyecek şekilde birleştirildiklerinde sapma ve bozulmalar ortadan kalkarlar.
İki kuvveti dengede tutmak, onları, ikisinin de karşılıklı olarak birbirlerini tetikte durduğu ve böylelikle uyum içinde oldukları bir yasa ile düzenlemek demektir.
Peki, otorite ve özgürlüğün üstünde düzenlendikleri ve onların iki taraflı onaylanışlarının sistemin belirgin özelliği haline getirdiği yeni unsuru bize sağlayacak olan kimdir? O, sözleşmedir, onun içeriği hakkı yaratır ve iki rakip güce de eşit kabul ettirir.
Yapıcı olanlardan çok teşvik edici nitelikteki yetkilerle büyük ölçüde donatılmış olan merkezi güç, kamu yönetiminde, federasyonun hizmetlerine denk düşenlerin çok küçük bir bölümüne sahiptir; o, tamamen kendi başların buyruk olan ve kendilerini ilgilendiren her şeyden yasama, yürütme ve yargılamaya tam otoriteleri olan devletlerin emrine verilmiştir. Merkezi gücün düzenlenişi, eğer o, devletlerin temsilcilerinden oluşan bir meclise emanet edilmişse daha sağlamdır. Bu temsilciler sıklıkla bizzat kendi o anki hükümetlerinin üyesidirler ve bu yüzden görüşmeleri ve birleşik meclisi yalnızca daha fazla kıskançlıkla ve daha sıkı kontrol ederler.
Gazete yazarlarının, kitleleri denetim altında tutmak için çektikleri sıkıntı bundan daha az değildi; onların kullancıkları araçlar da aynı şekilde aldatıcıydı ve sonuç aynı şekilde talihsizdi.
Halk da devletin güçlerinden birisidir ve üstelik patlaması en korkunç olanlardandır. Bu güç bir dengeleyici gücü gerektirir; Demokrasi bunu kabul etmeye mecbur kalmıştır, fakat yine de halk en tehlikeli tahriklere kapıldığında ve devlet Fransa’da Cumhuriyeti ilk kez yıkan en korkutucu ayaklanmalara maruz kaldığında bu denge gücünün yokluğuna sesini çıkartmamıştır.
Kitlelerin hareketine karşı denge gücünün iki düzenleme ile bulunabileceği sanılıyordu: Bunlardan birisi ülkeye ağır yük olur ve tehlike doludur, buna karşın diğeri ise, daha az tehlikeli olmamakla birlikte, her şeyden önce kamu vicdanı açısından utanç vericidir: Bunlar 1- Sürekli Ordu ve 2- Oy hakkının kısıtlanmasıdır.
Federal sistem, kitlelerin galeyana gelmesine, her türlü demagojik iktidar hırsına ve bütün demagojik tahriklere bir son verir: o cadde ve tribünlerin iktidarının ve başkentlerin çekim gücünün sonudur. Paris isterse kendi duvarlarının içinde devrimler yapsın, eğer Lyon, Marseille, Toulouse, Bordeaux, Nantes, Rouen, Strasburg, Dijon vs gibi vilayetler, kendi başlarına buyruk olarak onun izinden gitmezlerse neye yarar? Faturayı Paris ödeyecektir: Böylelikle Federasyon halkın kurtuluşu olacaktır. Çünkü o halkı bölmek suretiyle, hem önderlerinin tiranlığından, hem de kendi budalalıklarından kurtarır.
Federasyon düşüncesi, kesinlikle, politik aklın şimdiye kadar eriştiği en yüksek seviyedir. Yetmiş yıldır ilan edilen Fransız yasalarını, kısa süresinde ülkemizde çok az saygınlık kazandırmış olan Fransız Devrimi’ne rağmen, büyük ölçüde aşmaktadır. Özgürlüğün otorite ile birleştirilmesinden doğan bütün güçlükleri çözmektedir.
20. yüzyıl Federasyonlar çağını açacaktır, ya da insanlık tekrar bin yıllık bir cehennem ateşine düşecektir. Çözülmek için bekleyen asıl sorun, gerçekte politik değil, ekonomik sorundur…
Böylelikle zooloji, ekonomi politik ve politika, bize aşağıdakileri söylemek için şaşırtıcı bir şekilde birleşiyorlar: Birincisi en mükemmel hayvanın, organlarıyla en iyi şekilde donanmış ve bu yüzden en aktif, en akıllı ve kral olmaya en uygun hayvanın, yetenekleri ve uzuvları en sıkı bir şekilde farklılaşmış, birbirleriyle en iyi şekilde düzenlenmiş ve uyumlanmış olan hayvan olduğunu söylüyor; ikincisi, en üretken, en zengin ve ifrat ve yoksulluğa karşı en güvenli toplumun, çalışmanın en iyi bölüşüldüğü, her yerde rekabetin hüküm sürdüğü, mal mübadelesinin en dürüs bir şekilde yürütüldüğü, dolaşım’ın en düzenli olduğu, ücretin en adil olduğu, mülkiyet ilişkilerinin en homojen olduğu ve endüstri dallarının karşılıklı olarak birbirlerini teminat eltına aldıkları toplum olduğunu söylüyor; ve nihayet üçüncüsü en özgür ve en ahlaki yönetimin, güçlerin en iyi dağıtılmış olduğu, idarenin en geniş bir şekilde taksim edilmiş olduğu, grupların bağımsızlığına çok dikkat edilen, merkezi yönetimin, eyaletlerin, kantonların ve şehirlerin görevlilerine en iyi şekilde hizmet ettiği yönetim olduğunu söylüyor; tek kelimeyle bu yönetim federal bir yönetim’dir…
Yirmibeş yıldan beri üzerinde çalıştığım bütün ekonomi düşüncelerim şu üç kelimeyle özetlenebilirler: “tarımsal-endüstriyel federasyon”.
Bütün politik düşüncelerim benzer bir formüle indirgenebilirler: “politik federasyon ve desantralizasyon”.
Ben fikirlerimi ne bir partiye alet ettiğim ne de kendi iktidar hırsımın aracı olarak kullandığım için, benim bugünkü ve gelecekteki bütün umutlarım, diğer ikisini takip eden şu üçüncü cümleyle ifade edilmişlerdir: “ilerici federasyon”.
P. J. Proudhon,
(Du principe federatif et de la necessite de reconstituer parti de la Revolution, 1863)
P.J. Proudhon’un Makaleler kitabından alınmıştır.
Çeviri M. Tüzel, Birey Yayınları, Temmuz 1992.