Daha Fourier’de anarşist düşüncelerin tohumlarına rastlanırsa da, sermayeye ve devlete açıkta tavır alabilecek ve bugün anladığımız anlamda anarşi düşüncesini formüle edebilecek cesarete sahip bir yazar bulabilmemiz için Proudhon’a (1809-1865) kadar gelmemiz gerekir. Proudhon bunuyapmaya 1840’ta bütün Avrupa’da olay olan eseriyle başladı. Hatta eserinin başlığı bile bir programdı. “Mülkiyet Nedir? Veya Adaletin ve Hükümetlerin Temelleri Üzerine Araştırmalar”.
Proudhon, mülkiyetin yalnızca soygunun, yağmalamanın ve hırsızlığın bir biçimi olduğunu kanıtladıktan sonra, mülkiyetin esas sonuçlarından birisinin despotizm olduğunu gösterdi. “Hangi hükmetme biçimini öngörüyorsunuz?” sorusuna hemen “hiçbirini” cevabını verdi. “Peki siz nesiniz?” “Ben anarşistim; düzeni çok sevmeme rağmen kelimenin tam anlamıyla anarşistim.” “İnsan nasıl adaleti eşitlikte ararsa, toplum da düzeni anarşide arar” diye ekledi. Anarşi, iktidarın yokluğu, bugünkü toplumların zorunlu olarak yaklaştıkları politik örgütlenme biçimi budur. Kimse hükümran değildir. “İstesek te istemesek te birleşiğiz.”
Her insani çalışma birleşmiş bir gücün ürünü olduğundan, her alet birleşmiş düşüncenin ve birleşmiş emeğin bir meyvesi olduğundan, mülkiyet de böyle ortaklaşa olmalıdır. Bir insan veya bir grup, toprağın ve toplum tarafından yaratılan doğal zenginliğin ve üretim araçlarının yalnızca geçici mülkiyetine (zilliyet) sahip olabilir. Ve her mübadele, mübadele edilen şeylerin veya hizmetlerin eşdeğerliliği üzerine kurulmak zorunda olduğundan “kar haksızdır”. Proudhon’un kanaatince bu eşdeğerliliğe ulaşmanın tek yolu her bir ürünün değerini, onu üretmek için tekniğin belli bir seviyesinde harcanmış olan iş saatlerinin sayısıyla ölçmektir; bunu yapmak için de toplumun her bir üyesinin iş saati, bir başkasınınkiyle eşit değerde alınmalıdır. Eğer toplum bu esasa göre düzenlenirse, üretici ve tüketici grupları arasında özgür birliktelikler oluşturulur, bütün üretim araçları üzerinde eşit hak ve adil bir mübadele kurulursa, o zaman insanların insanlar tarafından yönetilmesi gereksiz bir baskıya dönüşecektir. Toplumun tam gelişimi, düzenin anarşiyle -her türlü yönetimin yokluğuyla- birleştirilmesiyle gerçekleşecektir. Anarşi diye andığımız düşünce akımının özünü bugüne kadar bu temel fikirler oluşturuyorlar. Daha sonra Proudhon (1848’deki başarısız devrimden dersler çıkararak) özellikle “19. Yüzyılda Devrim Üzerine DÜşünceler” (hapiste yazıldı, 1851’de yayınlandı) ve “Bir Devrimcinin İtirafları” (1849) adlı iki kitabında anarşinin temel ilkelerini ayrıntılarıyla geliştirdi. Bu kitaplarda, hükümet sisteminde referandum veya “bağlayıcı manda” (vekalet) vs yoluyla yardım etmeyi hedefleyenlere keskin eleştiriler getirdi. Daha sonra mübadele hakkındaki fikirlerini “mutualizm” (karşılıklı yardımlaşma) adıyla geliştirdi. Çalışmanın ücretsizleştirilmesini ise, her bir kimsenin üretime ve kamu hizmetlerine harcadığı iş saatlerinin üzerinde gösterileceği ve ulusal bir banka tarafından ödenecek olan “çalışma bonoları”nda somutlaştırdı.
Üstelik kendi Halk Bankası tarafından karşılığı ödenecek olan bu çeklerle, mübadelenin pratikte uygulanmasını da denedi. Elbette zorunlu olarak küçük çapta yürütülen bu deneme başarısız oldu ve toplumun ekonomik temellerinde her kısmi reformun baştan yenilgiye mahkum olduğunu bir kez daha kanıtladı. Küçük çaplı olduğundan değil, fakat iş güçlerini ve kişisel bağımsızlıklarını, açlığın dayatması altında satmak zorunda olan milyonlarca insan var oldukça sermaye bugün de olduğu gibi iktisadi sömürü ve politik tahakküm gücüne sahip olacağı için.
Pyotr Kropotkine
Anarşist Düşüncelerin Gelişimi
P.J. Proudhon’un Makaleler kitabından alınmıştır.
Çeviri M. Tüzel, Birey Yayınları, Temmuz 1992.