Huzur ve Tutunamayanlar’ı “Batılılaş(tır)ma” sorunsalı açısından inceleme denemesi. Nuray Küçükler’den.
Huzur ve Tutunamayanlar’ın “Batılılaşma” sorunsalı etrafında inceleme denemesi, beraberinde Dünya Sisteminin(1) içinde bulunduğu dönemselliği de incelemeyi gerektirmektedir.
Bunu da merkez ve çevre ülkelerde “Modernite” kavramına bakarak yapabiliriz. Dünya ekseninde 20.yy. çağı hızlı toplumsal dönüşümlerin ve kültürel devrimlerin yaşandığı bir çağdır. Bu dönüşümün hızlı ve evrensel bir şekilde yaşandığı mutlaktır fakat merkez ve çevre ülkelerin hangi eksende yaşadığı önem kazanmaktadır.(2)
Orta ve Batı Avrupa değişimi zaten alışık olduğu bir olgu şeklinde yaşarken, geriye kalan ülkeler yani dünya nüfusunun %80’i, 1950’lerde ansızın sona eren bir Ortaçağ ile karşılaştı.
1910’larla başlayan süreç batılı toplumlarda modernizmin kendini geniş ölçüde ifade etme olanaklarını bulduğu bir süreçti. Bunun edebiyattaki görüntüsü kendini gelenekten koparma şeklinde idi. Bu olguyu Üçüncü Dünya Ülkeleri kapsamında ele aldığımızda, hem geleneksel değerlerin yanında saf alanların hem de batıcıların başlıca görevinin kendi halklarının çağdaş gerçekliğini keşfetmek olduğunu söyleyebiliriz.
Yukarda bahsedilenleri Dünya Sisteminin içinde bulunduğu dönemin öncülleri olarak kabul edersek, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-inşa sürecinde nasıl bir yol izlediği daha kolay anlaşılacaktır. Böylece Tanzimat’la birlikte bahsedilmeye başlanan “Batılılaşma” sorunsalının çatısı belirecektir.
Berna Moran Türk Romanının ana sorunsalını “Batılılaşma” nın oluşturduğunu söyler ve romanın işlevini, kuruluşunu ve tiplerini de önemli ölçüde bu sorunsala dayandırır.(3) Bu sorunsalın köklerini Tanzimat’ tan başlatır.Bizde roman, Batıdaki gibi feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde doğmamıştır. Burjuva sınıfının yani bireyciliğin ortaya çıktığı bir sürecin anlatısı değildir. Batılılaşma hareketinin taklit bir ürünü olarak doğmuştur.(4)
Peki o zaman “Batılılaşma” adıyla anılan şey nedir? Asıl olarak 1839’daki Gülhane Hatt-ı Hümayu’nu ile başlatılan bu reformlar silsilesinin yüzünün halka dönük olmaması nelere yol açtı? Daha doğrusu Türk Romanındaki görüntüleri neler oldu? Tanzimat Dönemi yazarlarının edindiği misyonlar açısından olaya bakarsak, yazarların iki yönlü bir süreçten geçtiğini söyleyebiliriz. Birincisi Batı’da yaratılmış yeni türleri ülkeye sokmak, ikincisi da bu türleri-özellikle romanı-eğitici bir amaç doğrultusunda kullanmak.
Tanzimat’ta “Batılılaşma” sorunsalının bir ürünü olarak doğan romanın Cumhuriyet Dönemi’nde nasıl serüvenlerden geçtiğini anlayabilmek için, Cumhuriyet’in ilanından sonra yaşanan süreci incelemek gerekmektedir:
Cumhuriyet’in ilanıyla oluşturulan devletin ne gibi hedefleri vardı? “Muassır Medeniyetler seviyesine ulaşmak” ve “ulus” olmak. Bu durumu yukarda bahsedilen “Dünya Sistemi” ekseninde düşünürsek, üçüncü dünyada oluşmuş yeni devletlerin kendilerini uluslararası alana yeleştirme çabası olarak değerlendirebiliriz. Yani “Batılılaşma” ve “Uluslaşma” süreçlerinin birbirinden bağımsız düşünülemeyeceği aşikardır. İki politika da Cumhuriyet Dönemi ideolojisinin oluşmasında stratejik bir rol oynar. Yeni oluşturulan Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı mirasında kendi ideolojisinin nüvelerini bulamaması O’nu yeni bir kültürün inşasına yöneltmiştir. Bu icadın “Batılılılaşma” ve “Uluslaşma” olarak ikili bir süreçte devam etmiş olması, Tanzimat’ta romanın ana ekseni haline gelen “Batılılaşma” Sorunsalının, Cumhuriyetin ilanıyla sona ermediğini daha da derinleşerek devam ettiğini gösterir. Yalnız Burada 1950’lerle başlayan sürecin sorunsallık açısından farklılık taşıdığı parantezini açmak gerekmektedir. Berna Moran 1950’lere kadar olan süreçte, “Batılılaşma” asıl sorunken; 1950 sonrası süreçte asıl sorunsalın “Sınıflılık”olduğunu söyler.(5) Kısaca, “Modernizm”i asıl olarak 1950 sonrası sınıflılık dönemine oturtmuştur.
O halde “Modernizm” in tanımını yapmak ve bu tanım doğrultusunda dönemselliğinin köşelerini çizmek gerekmektedir: Orhan Pamuk, edebiyatta “Modernizm” den yalnızca geleneksel olana bir karşı çıkış değil; genel olarak toplumun ruhundan, cemaat havasından uzaklaşmayı anladığını söyler.(6) Modernist anlatılar içinde üretildikleri toplumun ürünleri değildirler. Kendi içe dönüklükleri ile ortaya çıkarlar. Hangi teknikleri kullanır Modernist Roman? Bilinç akışı, anlatıcı denen merkezin dağılması, zamanda sıçramalar, hatırlayan bilincin çözülmesi… gibi teknikleri sıralar Orhan Pamuk. Peki Huzur ne kadar modernisttir Orhan Pamuk’a göre?
Süha Oğuzertem “Modernizm”in dönemsel bir tarifini yapmak isterken; onu asıl olarak 1950’lerden sonraya yerleştirir ve Oğuz Atay öncesi modernist bir roman olarak Huzur’u bir istisna olarak koyar.(7) Peki Orhan Pamuk? O’nun görüşlerinden özetle Tanpınar’ın bir cemaat insanı olduğu çıkartılabilir. Temel olarak, Tanpınar modernist bir roman üreticisi değildir.
Tanpınar’ın “Batılılaşma” karşısında takındığı tutuma ve bir cemaat adamı olarak tavrına aşağıda değinileceğini göz önüne alarak, Huzur’da ve Tutunamayanlar’da “Batılılaşma” sorunsalını incelemeye çalışalım:
Huzur’da Tanpınar’ın asıl derdinin bir takım değerler arasında süregiden çatışmayı sergilemek ve çatışmanın yarattığı bunalımı Mümtaz’da göstermek olduğunu söyleyebiliriz. Tanpınar’ın “Batılılaşma”ya dair görüşlerini vermesi açısından romandaki diğer bireyleri de incelemek gerekir. Fakat bunalımın asıl görüntüsünün Mümtaz üzerinden olması bizi Mümtaz karakterini daha derinlikli olarak incelemeye iter.
Mümtaz’ın bunalımı yaşadığı iç dünyasının sergilenmesi Tanpınar’ın anlatım tekniğini de belirler. Roman 3.tekil şahısla anlatılan bir romandır. Fakat 3.tekil anlatıcının bilinci, romanın temel kahramanının bilincine çok yakındır. Hangisinin düşünüyor, hangisinin ifade ediyor olduğu zaman zaman birbirine karışır. Romanın tekniğine dair bu notu romanın sonunda Mümtaz’ın bunalımına yol açan nedenler, değerler çatışması romanın tekniğine de yansır şeklinde özetledikten sonra Mümtaz’a geri dönelim.
Berna Moran, yukarıda adı geçen değerler çatışmasının romandaki görüntüsünün Mümtaz’ın kişisel mutluluğu ile toplumsal sorumluluğunun çatışması olduğunu söyler.(8) Genel anlamıyla estetik değerler ile sosyo-politik değerlerin çatışması.
Romanın birinci bölümünde çeşitli savaş imleriyle kendisini gösteren toplumsal sorun, daha sonra ikinci ve üçüncü bölümlerde karşımıza çıkacak olan estetizm kaygılarıyla karşıt durmaktadır ve romanın son bölümünde bu karşıtlık bir çatışmaya dönüşür.
Romanın birinci bölümünde çeşitli savaş işaretleri( gazete haberleri,telefon konuşmaları vb.), dilenciler, yoksul mahalleler sıkıntılı bir atmosfer yaratır. Mümtaz’ın neden sıkıntılı bir ruh halinde olduğunun işaretleridirler.
Romanın ikinci bölümünde, Mümtaz’ın estetik değerlerle ilgili görüşleri ile karşılaşırız. Mümtaz’a göre -aynı zamanda değerler çatışmasının bir ucunu oluşturan estetik değerlere göre- insan her anına sanatçı duygularla yaklaşmalı, her yerde güzeli kavrayarak yoğun bir duygu hayatı yaşamalıdır.
Roman’ın üçüncü bölümünün sonunda ise Doğu-Batı sorununa değinilir. Bu bölümde Tanpınar, İhsan’ın ağzından kendi görüşlerini dile getiriyor gibidir. ( Bu konuya İhsan karakteri özelinde ve Tanpınar’ın “Batılılaşma” sorunsalı karşısındaki konumu açısından aşağıda değinilecektir.)
Dördüncü bölümde Mümtaz artık, toplumsal sorumluluğu ile kişisel mutluluğunun çatışmasının yarattığı bunalımı derin bir şekilde yaşamaktadır. Berna Moran birinci bölümde sıkıntılı atmosferi yaratan bir takım işaretlerin bu bölümde artık karşılarında tavır almayı gerektiren olgulara döndüğüne dikkati çeker.(9) Daha önce kendi kişisel mutluluğunun peşinde olduğunu gördüğümüz Mümtaz bu bölümde mesuliyet fikriyle içiçedir ve bu fikri bir saplantı halinde yaşamaya başlar. Mümtaz içinde bulunduğu bunalımı sonuna kadar yaşar. Öyleki, ölüm O’na oldukça çekici gelmektedir.
Huzur romanına baktığımızda; Tanpınar’ın, İhsan’ın ağzından kendi görüşlerini aktardığını söyleyebiliriz. Tanzimat ile başlayan “Batılılaşma” hareketi 1923’den sonra daha da hızlanmış ve bir kültür ve uygarlık buhranıyla sonuçlanmıştır.
Berna Moran’ın belirttiği üzere, Tanpınar’a göre sorun kendi yaşam biçimlerimizi terketmiş olmakta yatar.(10) Sorunun aşılması toplumun ve yeni hayat şekillerimizin kendimize göre yeniden yaratılmasıyla olacaktır.
Tanpınar’ın Batıyı ele alışı da bu eksendedir. Batıda yaşanan değişimler ve orada var olan kültür kendilerine has olan şeylerdir. Bir bütünlük teşkil ederler. Yani onlar için hakikidir ve bizde aynı şekilde yaşanamaz. Taklitlerden ibaret kalır. Tanpınar çağdaşlaşmaya karşı değildir, bu olgunun köksüz bir zemine oturtulmasına karşıdır.
Şimdi bu durumun O’nun roman tekniğine nasıl yansıdığına ve modernist roman açısından görüntülerine değinmeye çalışalım:
Yukarda da anlatıldığı üzere romanda anlatıcının dili üçüncü tekil şahıstır ve anlatıcının bilinciyle romanın temel kahramanının bilinci zaman zaman birbirine oldukça fazla yakınlaşır. Uzaklaşma anlarında Tanpınar’ın bir “Biz” den bahsettiği görülür. Yani bu anlarda Tanpınar kahramanı ile kendisi arasına bir sınır koyar. İçerisinde yaşadığı toplumun sorumluluğunu üzerinde hisseder. Yine de bu sorumluluğu üzerine alırken kendi bilgisinden kati suretle emin değildir. Hatta kuşkulu olduğu, bu nedenle otoriter bir sese sahip olmadığı söylenebilir. Tanzimat romancısının baba otoritesi ile modernist anlatıcının özerkliği arasında bir yerde durmaktadır.
Huzur’dan sonra “Batılılaşma” sorunsalı etrafında incelenecek ikinci kitap Tutunamayanlar’a geçtiğimizde kitabın kurgulanışına, hikaye edilişine dair söyleyebileceğimiz şeyler bizi yine aynı kitabın tekniğine götürür. Bu teknik etrafında; Türk Romanının modernite-postmodernite serüveni ve bu serüven içinde yazarın konumu da incelenmelidir.
Peki Tutunamayanlar’ın karmaşık yapı ve anlatım yöntemlerini oluşturan hikayesi nasıl bir metin oluşturur? Berna Moran bunu bir tür çerçeve içine alınmış çeşitli metinler olarak koymaktadır.(11) Gazetecinin önsözü ve Turgut’un mektubu dış çerçeveyi yani Tutunamayanlar kitabının öyküsünü oluşturur. Tutunamayanlar’ın da iki öyküsü ve bu iki öykünün iki ayrı baş kişisi vardır. Turgut Özben arkadaşı Selim Işık’ın intihar nedenini araştırırken kendi ruhsal serüvenini yaşar. Bu öykünün çerçevesinin içinde ise Selim Işık’ın öyküsü yer alır.
Kitabın öykülenişini bu şekilde açıklamaya çalıştıktan sonra karakterlerin “Batılılaşma” sorunsalı etrafında nasıl bir serüven geçirdiklerini incelersek Turgut ve Selim’in birbirinden çok ayrı tutulamayacağını belirtmek gerekir. Turgut’un, Selim’le özdeşleşme serüvenini yaşadığını söylersek bu daha da açıklık kazanacaktır.(12) Bu durumda izlenecek yol, Turgut’u anlatmaya çalışmak ve bu serüven içeresinde Selim’e de değinmek olabilir.
Turgut Selim olmanın peşindedir, yani “Tutunamayan” olmanın. Peki kimdir Selim? Bir “Disconnectus Erectus” olması Türkiye’nin “Batılılaş(tır) ma” serüveninde nasıl bir yere tekabül eder? Selim’in oyunlarla olan iyi ilişkisi O’nun burjuva sınıfının değer yargılarından uzak bir yere konumlanmasına yardım etmektedir. Edebiyat ve sanat burjuva mantığına uymadığı için bunlar Selim’e göre yaşama anlam veren şeylerdir. Yukarıda bahsi geçen “Batılılaş(tır)ma” ve “Uluslaş(tır) ma” süreçlerinden geçerek 1950’lerde kendi sınıflı toplumunu oluşturmuş Türkiye için burjuva sınıfının değer yargıları artık oldukça önemli bir yerde durmaktadır. Selim ve O’nun serüveni peşindeki Turgut içinse bu değer yargılarının ve sahte yaşamın karşısında bir direnç noktası yaratmak “Tutunamamak” olmakta yatar. Bu direnç noktası Selim’in öyküsünde sanat ve mitosla olmaktadır.(13) O halde Turgut’un serüveni de bu boyuta yakın bir yerlerde sürüyor olmalıdır. Turgut, Selim’in mektubunu almadan önce, küçük burjuva sınıfının değer yargılarıyla özdeşleşmiş bir bireydir. Yani “Batılılaşma” sorunsalının beraberinde getirdiği sınıflılık toplumunun dayattığı değer yargılarına karşı çelişik değildir. Bu mektup Turgut’un “Tutunamayan” olmayı seçişi ve Selim olmaya doğru adım atışının bir başlangıcıdır.(14) Turgut artık “Tutunamamak” a ve yazar olmaya adım atmıştır. Romanının ilerleyen bölümlerinde ortaya çıkan ve Turgut’un ikinci beni olan Olric O’nu kitabı yazmaya ikna eder. Serüven Turgut’un görevini keşfettiği noktada son bulur, ya da belki de hiç sonlanmaz. Turgut hala serüveninin peşindedir.
Tam bu noktada durup, Mümtaz’ın içinde kalarak çelişkisini yaşadığı sorunsalı Selim’in ve Turgut’un reddederek onun dışında kalmayı seçtiklerini söyleyebiliriz. Peki Selim ve Turgut’un dışında kalmayı seçtikleri şey sadece Batılılaş(tır)mayla gelmiş olan burjuva sınıfı ve O’nun değer yargıları mıdır? Berna Moran, Selim’in temsil ettiği değerlerin sadece sanatla ilgili olamayacağına ve bu değerlerin karşısına konan şeyin küçük burjuva sınıfına indirgenemeyeceğine dikkati çeker.(15)
Turgut ve Selim karakterlerinin yardımıyla “Batılılaşma” sorunsalının görüntülerine değinmeye çalıştıktan sonra kitabın yazarının ve dolayısıyla kitabın bu sorunsalın neresinde durduğunu açıklamaya çalışalım:
Atay’ın Türkiye’nin “Batılılaş(tır)ma” ve “Modernite” serüvenindeki yerini açıklamanın yolu kitabında kullandığı tekniklere değinmekten de geçer. Berna Moran, Atay’ın çeşitli metinlere göndermeler yaparak, 19.yüzyıl gerçekliğine sırtını dönmüş bir roman yazma kaygısı da olduğunu belirtir.(16) Atay saldırmak istediği zihniyetin yerleşmiş değerlerine yazdığı romanın tekniğiyle de saldırmaktadır. Nitekim Atay’ın kurmaya çalıştığı oyunlar post-modern romanın sıklıkla başvurduğu tekniklerden birisidir. Önsözler ve mektupla kurulmaya çalışılan şey bir yandan kendinden önceki romanın verili değerlerini de yıkmaktadır. Yine şarkılar ve açıklama bölümleri post-modern roman tekniklerinde görülen bölümler gibidir. Jale Parla, Atay’ın kullandığı bu teknikler açısından okuru özgürleştirme çabasında olduğuna dikkati çeker.(17) Mizah da bu yön doğrultusunda kurulan tekniklerden bir tanesidir. Mizaha, Atay’ın bu olguyu hangi eksen etrafında kullandığına değinmek bizi O’nun yerleşik değerlerin karşısına neyi koyduğunu sorgulamaya iter. Atay mizahı salt yerleşik düzenin verili değerleriyle alayda kullanmaz. Bu değerlerle alay etmektedir fakat kendisiyle de özeleştiriyi aşan bir özalay ilişkisi kurmaktadır. Verili değerlerin karşısına neyi koyduğu sorusuna cevap olarak akla ilk gelen “Tutunamamak” olur. Fakat O’nun kahramanlarının sonlarının intihar ya da şizofreniyle bitiyor olması, Atay’ın “Tutunamamak”ın da altını oyduğunu gösterir.
Huzur’da “Huzursuzluk” Mümtaz’ın kaderiydi.Tutunamayanlar’da da Turgut’un kaderi romanlar yazmak, bir “Tutunamayan” olmaktır. Her iki romanın kahramanları da kendilerini süregiden bir olgunun içinde buldukları – “Huzursuzluk” ve “Tutunamamak” – için belki de bir yönleriyle benzeşmektedirler. Fakat yazarların bulundukları konum ve bu olgunun çözümünü biliyor olmak etrafında düşünüldüğünde Tanpınar ve Atay’ın oldukça farklı yerlerde durduklarını söyleyebiliriz. Tanpınar, Mümtaz’ın içinde bulunduğu çelişkili durumun çözümünü – Mümtaz ‘ı toplumsal sorumluluklarını bilen bir kahraman dönüştürmese de – kendisi bilmektedir. Atay ise yaşanılan bu ikiliğin ve bunalımın karşısına “Tutunamamak” ı koyuyor gibi görünmekte fakat onun da altını oyarak okurunu nesnelleştirmekten kaçınmaktadır.
DİPNOTLAR
1.Modernist ve gelişmeci bilim anlayışına getirilen en ciddi eleştirilerden birisi olan Dünya-Sistemler Kuramı için bkz. Immanuel Wallerstein, Ulusal Kimlik, Dünya Kimliği ve Devletlerarası Sistem, Jeopolitik ve Jeokültür, İstanbul: İz Yayıncılık, 1998, s.187.
2.Yirminci Yüzyılın bir toplumsal ve kültürel devrimler çağı olarak yaşandığı açıklaması ve bu olgunun Batılı ve batı dışı kapitalist toplumlarda farklı görüntüleri için bkz. Eric Hobsbawn, Toplumsal Devrim: 1915-1990, Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991. Aşırılıklar Çağı, İstanbul: Sarmal Yayınevi, 1996, s.334.
3.Berna Moran, Türk Romanı ve Batılılaşma Sorunsalı, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1, İstanbul: İletişim Yayınları, 1999, s.19.
4.a.g.e.s.9
5.Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2, İstanbul: İletişim Yayınları, 1997, s.8.
6.Orhan Pamuk, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Türk Modernizmi, Defter, Bahar 1995, s.32.
7.Süha Oğuzertem makalesini asıl olarak “Kara Kitap” ekseninde kuruyor ve Tanpınar’ı izleyen modernist romanı ortaçağdan çıkışın büyük ölçüde tamamlandığı bir döneme oturtuyor. Bu dönemin özelliği olarak da yeni burjuva toplumun aydınlarının, geçiş döneminden çok farklı türde ürünler vermesini koyuyor. bkz. Süha Oğuzertem, İktidarı Öven Galip, Defter, (?), s.127.
8.Berna Moran, Bir Huzursuzluğun Romanı: Huzur, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1, İstanbul: İletişim Yayınları, 1999, s.207.
9.a.g.e.s.219.
10.Berna Moran,Tanpınar’ın Batılılaşma karşısındaki duruşunun anlatımına makalesinde oldukça geniş bir yer verir. bkz.a.g.e.s.214-218.
11.Gazeteci-editörün “Sonun başlangıcı” adlı önsözüyle başlayan Tutunamayanlar, bu önsözden anlaşılacağı üzere sona ererek bitmez. Bitmememiş bu kitabın, hala bir yerde dolaşıyor olan Turgut Özben’in ve O’nun hikayesinin çerçevelediği Selim Işık’n serüveninin nasıl çerçeveler içine oturtulabileceği için bkz. Berna Moran, Tutunanlardan Tutunamayanlara Bir Yolculuk, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2, İstanbul: İletişim Yayınları, 1997, s.200-201.
12.Selim’in Turgut’un öteki beni mi olduğu tartışması için. bkz.a.g.e. s.210.
13. bkz.a.g.e. s.213.
14.Jale Parla toplumda aslında çok iyi tutunmuş bir birey olan Turgut Özben’in kitap boyunca okuduğunu ve iradeli olarak bir tutunamayan olmayı seçerken, uğraştığı bir sürü eksik metinin O’na bu yolda yardım ettiğini söyler. bkz. Jale Parla, “Takib-i Macera-i Metindir Şiir” : Tutunamayanlar, Don Kişot’tan Bugüne Roman, İstanbul: İletişim Yayınları, 2000. s.205.
15.Atay’ın romanında kullandığı İsa mitosuyla “tutunamayan” olmaya yeni bir boyut geirdiğini söyleyen Moran, İsa’nın tutunamayanların bir arketipi olduğunu belirtir. İncil’e yapılan göndermelerin de Tutunamayanlar’ın analamına yeni boyutlar eklediğini söyler. Berna Moran, Tutunanlardan Tutunamayanlara Bir Yolculuk, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2, İstanbul: İletişim Yayınları, 1997, s.211. Berna Moran’ın bu tespitine karşılık olarak O’na Süha Oğuzertem’den bir eleştiri yöneltilmiştir. Oğuzertem, Moran’ın modernizmi 1950’ler sonrası sınıflı topluma yerleştirdiğini fakat Tutunamayanlar’ı sınıflı toplum açısından eleştirmediğini söyler. Bir çok bakımdan yararlı olan çalışmasında sınıflılık döneminin ürünlerini sınıfsallık açısından değerlendirmemenin eksik kaldığını ekler. bkz. Süha Oğuzertem, İktidarı Öven Galip, Defter, (?), s.127.
16.Moran’a göre, Atay’ın James Joyse gibi modernist ve Nabakov gibi post-modernist bir yazardan çok etkilenmiş olması O’nun modernist ve pos-modernist yönlerine açıklık kazandırmaktadır. bkz.Berna Moran, Tutunanlardan Tutunamayanlara Bir Yolculuk, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2, İstanbul: İletişim Yayınları, 1997, s.199.
17.Jale Parla, “Takib-i Macera-i Metindir Şiir” : Tutunamayanlar, Don Kişot’tan Bugüne Roman, İstanbul: İletişim Yayınları, 2000. s.225.
KAYNAKÇA
*Akgül, Hasip. Oğuz Atay’ın Yaşam Oyunu, Akış Yayıncılık. İstanbul: 1996
*Anderson, Benedict. Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, Metis Yayınları. İstanbul: 1995.
*Atay, Oğuz. Tutunamayanlar, İletişim Yayınları. İstanbul: 2000.
*Hobsbawn, Eric. Kısa 20. Yüzyıl Tarihi 1914-1999.Aşırılıklar Çağı, Sarmal Yayıncılık. İstanbul: 1996.
*Moran, Berna. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1, İletişim Yayınları. İstanbul: 1999.
*Moran, Berna. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2, İletişim Yayınları. İstanbul: 1997.
*Oğuzertem, Süha. İktidarı Öven Galip, Defter: (?)
*Pamuk, Orhan. Öteki Renkler, İletişim Yayınları. İstanbul: 1999.
*Pamuk, Orhan. Ahmet Hamdi Tanpınar ve Türk Modernizmi, Defter: Bahar: 1995
*Parla, Jale. Don Kişot’tan Bugüne Roman, İletişim Yayınları. İstanbul: 2000.
*Tanpınar, Ahmet Hamdi. Huzur, Dergah Yayınları. İstanbul: 2000.
*Boğaziçi Üniversitesi TKL 408 2000/2001 Bahar Dönemi Ders Notları.
*Wallerstein, Immanuel. Jeopolitik ve Jeokültür, İz Yayıncılık. İstanbul: 1998.
NURAY KÜÇÜKLER