Sevgi Soysal üzerine bir inceleme, Nuray Küçükler’den.
“Geride Bıraktıklarını Bıraktım Sanma” Sevgi’li Tante Rosa
Sevgi Soysal’ın iki ayrı kitabındaki iki kadın kahramanı Tante Rosa ve Ela’dır. İki karakter de hayatın içindeki bir kadının terk edişlerinden, vazgeçişlerinden, yeni olanı aramalarından izler taşır. Tante Rosa da Yürümek’teki Ela da eskisini bırakıp yenisini inşa etme telaşındadır. Ama aralarındaki farkı yeni durumu ne ile inşa ettikleri belirler. Tante Rosa’nın bırakıp gidişlerini şekillendiren onu çepeçevre sarmış olan verili kadın imgeleridir. Oysa Ela, yeniyi toplumsal kaygıların yaşandığı bir hayatla şekillendirir.
Bu yazı, Tante Rosa’da ve Ela’da, Soysal’ın kadınlık serüveninin izleri var mıdır? Bu karakterleri birbirine benzer kılan ve onları birbirinden ayıran noktalar nelerdir? Gibi soruların cevabını bulmaya çalışıyor.
“Anneannemden Başlayıp Bende Biten Bir Çizgi”
Sevgi Soysal, Mithat ve Aliye Yenen’in 30 Eylül 1936’da doğan üçüncü çocuklarıdır. Aliye Yenen, Mithat Yenen’i Almanya’da öğrencilik yıllarında tanır. O zamanlar Aliye Yenen’in ismi henüz Anneliese’dir. Sevgi Soysal’ın yazdıklarında Anneliese’in izlerini buluruz. Annesinin ve hatta anneannesinin kadınlık serüveni Soysal’da farklı imgelere kuşanarak zaman zaman yazıya dökülürler.
Birçoğumuzun kadınlık öyküsünde, kuşandığımız imgelerde bizden önceki kadınların tarihinin izlerini bulabiliriz. Öyle değil mi? Onlarla öğrendiğimiz, kuşandığımız kadınlık imgelerinin devamcısı ya da retçisi oluruz.
Anneliese, annesi Rosa ve kızkardeşler… Tüm bunlar Sevgi Soysal’ın kadınlık tarihinde birer mirastırlar. Reddedilen ya da devam ettirilen. Peki bu mirası kendi yaşadıklarıyla inşa eden Anneliese kim?
Anneliese, Mithat Bey’i Almanya’da öğrencilik yıllarında tanır ve ona tutkulu bir aşkla bağlanır. Türkiye’ye yerleşir, Aliye ismini alır. Altı çocuk doğurur ve vefalı bir eş ve anne rolünü üstlenir. Belki de Sevgi Soysal’ın kadın karakterlerinin vazgeçişlerinde, yürüyüp gitmelerinde, kendi kadınlık serüvenlerinin izlerini sürmelerinde bu tarihin mirası bulunabilir.
Tante Rosa’dan Ela’ya Uzanan Bir Kadınlık Serüveni
Sevgi Soysal’ın iki kadın kahramanı: Tante Rosa ve Ela… Sevgi Soysal Tante Rosa için “Anneannemden başlayıp bende biten bir çizgi” diyor. O halde Tante Rosa için bir kadının miras aldığı tarihin ve kendi kadınlık serüveninin özeleştirisidir demek sanırım yanlış bir başlangıç olmaz.
Tante Rosa: On dört öyküden oluşan kitabın kadın kahramanı. Öyküler boyunca hep bir şeylerden vazgeçen, hep yeniden başlayan kadın kahraman. Hep yeniden başlayan ama hep aynı yeniye başlayan… Hiçbir yenisini yeni bir yürümek kılamayan kadın kahraman.
İlk öykü çocuk Tante Rosa’nın, “Sizlerle Başbaşa” dergisinde gördüğü Kraliçe’ye özenip, at canbazı olmayı istemesiyle başlar. Hayaller kurar Tante Rosa ama hayallerini çiğneyen bir teğmen olur. Bir düşler prensi bir düşler prensesi olan at canbazını çiğnemiştir aslında. Ve… Tabii ki Tante Rosa’nın at canbazı olma düşlerini… Süregiden öyküler boyunca bütün yeni hayat düşlerini “Sizlerle Başbaşa” dergisi yardımıyla kurar Tante Rosa. Eskisini bırakıp gidebilen bir kadının yenisini ne ile şekillendirdiği meselesidir bu durum. Tante Rosa eskileri bırakıp gider, bu gidişi şekillendiren ise onu çepeçevre saran ikilemleri olur. Tante Rosa’nın yeniye dair düşlerinin diğer adı belki de kadınlığın ikilemleridir.
Öykülere dönersek eğer, Tante Rosa’nın ilk evliliğinden bahsetmek, onun bırakıp gitmeler serüvenini anlatmaya başlamak için iyi bir nokta olabilir. Tante Rosa… Sevişmiştir bir kez. “‘Namusu kirlenmiş’ bir aile kızı olmamak, zavallı bir piç kurusu doğurmamak için” evlenir. Ama “Kocasıyla istemeden yatmaya başladığı zaman ‘namusu kirlenmiş’ bir kadın olmanın ve bu yatmalardan sonra doğurdukça piç kurusu doğurmanın ne olduğunu anlar.” Her şeyi bırakıp gider Tante Rosa. Öyküler boyunca yeni kocalardan yeni koca adaylarına gider durur ve bu durumu şöyle adlandırır: “Çirkinlikleri yaşamaktansa enayi başlangıçlara koşmak.” İşte tam da bu durum Ela’yı ve Tante Rosa’yı birbirinden ayıran en önemli noktadır. (Ela’nın koşturduğu yer ya da “yürümek” diyelim enayi başlangıçlar olmayacaktır.)
Kitabın anlatıcı sesi de söyler: “Tante Rosa yanlışa verilen addır.” Peki yanlış nedir? Bırakıp gitmek mi? Bıkkın sevişmelerden sıyrılmak mı? Çocukları, evi bırakıp yeni başlangıçlara adım atmak mı?
Sanırım yanlışlık bu soruların cevabında değil. Sanırım yanlış olan “Sizlerle Başbaşa” dergisindeki -ki bu dergi Tante Rosa’yı biçimlendiren yanlış kadınlığın ve bu kadınlığın yaşama biçimlerinin simgesidir- yalanların peşine düşüp yola çıkmak. “… ve genç adam kadını kucakladı…” kutsal yalanının peşine düşmektir.
Oysa kadın olmak için yola çıksaydı Tante Rosa, “yüzyıllardan beri unutulanları hatırlamak için” yola çıksaydı, “başkaldırmak için, yakıp yıkmak için, barış için” yola çıksaydı belki de koşturduğu başlangıçlar enayi olmayacaktı.
Ela.. “Geride bıraktıklarını bıraktım sanmak”… Ela bu cümleyi söylerken usundan Tante Rosa geçiyor muydu dersiniz? Ela’nın serüveni Yürümek adlı kitapta henüz bir çocukken başlıyor. Kitap, Ela’yı ve Mehmet’i çocukluklarından başlayarak anlatıyor, onları ayrı ayrı büyütüyor. Biri kadın biri erkek iki insan kendilerine ve tabii ki cinselliklerine yabancılaşarak büyüyorlar. Ve… Sonra hayatın bir köşesinde karşılaşıyorlar. Ve… Sonra ayrılıyorlar.
Ela ve Mehmet karşılaştıklarında, Ela o ana kadar yaşadıklarını sorgular durumdadır. İlk seviştiği adam kocası Hakkı olmuştur. Mekan ise Hilton’da balayı odası. Ela kendini aramaktadır. Belki de neyi bıraktığını, nereye yol alacağını bilmek istemektedir.
“Buraya niçin geldim? Aleko’dan, Bülent’ten esirgediğimi Hakkı’ya vermek için mi? Bunu onlara beni Hilton’a getirmedikleri için mi vermedim?” Otel odasında kendi kendisiyle girdiği bu hesaplaşmalar onu bir başlangıca götürmüştür: “Daha önce bildiğim, bildiğimi sandığım şeyleri kurcalamanın tam zamanı.” İşte, Ela ve Mehmet’in yolları kesişmeden çok önce Ela zaten bir kurcalama sürecinin içindedir. Tante Rosa’dan farklı olarak, yenileri kurmanın ancak eskileri kurcalamak ve kendiyle hesaplaşmaktan geçtiğini biliyordur.
Ve… Ela Hakkı’yı terk eder… Ve… Ela ile Mehmet’in yolları kesişir… Ve… Ela ile Mehmet’in yolları İmroz’da ayrılır. Ela İmroz’da bir sonuca doğru yaklaşır. Bir gün çıkartma gemisini ve askerleri görür. Bu durum onu sonuca daha da yaklaştırır. Mehmet’le kurduğu ilişkinin etraflarında olan bitenden soyutlanamayacağını, soyutlanmış bir mutluluğun, soyutlanmış bir düşün hiçbir zaman mümkün olamayacağını anlar.
Kadın artık bıraktığı şeyin ne olduğunu ve yürüyeceği istikametin neresi olacağını biliyordur. Çünkü Yürümek’teki kadın kurcalıyordur. Arayışı anlamlı bir arayıştır, “enayi bir başlangıç” değil. Ve bırakır, yürüyüp gider Ela… Tante Rosa’da bırakmıştır ama her bırakışı aynı yeniye başlangıçtır. Oysa Ela bıraktığında nereye yürüyeceğini bilerek yürüyüp gitmiştir.
Yürümüştür Ela… Toplumsal kaygıların hatta sancıların yaşandığı hayata doğru. Hayatın ta kendisine yürür Ela, bir düşe değil. Tüm bu kaygıların ve hatta sancıların kendi bilincinde yer tuttuğu ana doğru yürür…
Hoş geldin Ölüm
Soysal, İlk kitabı Tutkulu Perçem’i 1962’de yayınlamıştı. 1968’de Tante Rosa, 70’de de Yürümek adlı kitapları yayınlandı. 12 Mart ve getirdikleri birçok insanı olduğu gibi Soysal’ı da derinden etkiledi. Bu dönemin izlerini eserlerinden de takip ettik. Yine de şunu söylemek doğru olacaktır: Onun eserlerinde ezme-ezilme ilişkilerini, baskıların yol açtığı hezeyanları görüyor olsak da ne kendisini ne de kahramanlarını gözü yaşlı birer sözcü olarak görmedik. O da birçokları gibi tutukluluk ve sürgün dönemleri geçirdi. Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’ni hapishane’de yazmıştı, Adana’da sürgünlüğünü yaşarken ise Şafak’ı yazdı. Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’ni yazdığı mekana yani hapishaneye dair anıları ise Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu adı altında 1976’da basıldı. Aynı yıl öykü kitabı Barış Adlı Çocuk da yayınlandı. Ve yine aynı yıl meme kanserine yenildiğinde Hoş geldin Ölüm’ü yazıyordu. Ölümünden sonra, yazıları Bakmak adlı kitapta toplandı.
Kısa hayatına çok şey sığdırmıştı Sevgi Soysal. Dolu dolu geçirdiği kırk yıldan sonra Hoş geldin Ölüm derken, geride sorgulayıcı bir duyarlılıkla inşa edilmiş bir çok eser bıraktı.
NURAY KÜÇÜKLER