Edebiyat

Yabanıl topraklarda uzun süre at koşturan insan bir kent arzular, İsidora’ya varır sonunda. Burada evlerin salyangoz kabuklarıyla kaplı helezoni merdivenleri vardır, en iyi dürbün ve keman burada yapılır, bir yabancı, iki kadın arasında bocaladığında, burada daima bir üçüncüsüne rastlar, ve horoz döğüşleri burada bahisçilerin kanlı kavgalarına dönüşür. Bir kent arzuladığında hep bunları düşünürdü o. Onun hayallerinin kenti İsidora öyleyse: bir farkla. Düşlenen kent gençliğiyle içeriyordu onu; geç yaşta gelir İsidora’ya. Kent meydanında yaşlıların bir duvarı vardır: üzerine dizilir gençliğin önlerinden geçip gidişine bakarlar; o da oturur aralarına. Arzular birer anıdır şimdi.

İnsan oradan yola çıkar üç gün hep doğuya giderse Diomira’da bulur kendisini. Kentin altmış gümüş kubbesi, bronzdan tanrı heykelleri, kalay kaplı yolları, kristal bir tiyatrosu, bir kulenin tepesinde her sabah öten altın bir horozu vardır. Daha önce hepsini başka kentlerde de gördüğünden, yolcu bu güzellikleri zaten tanır. Ama başkadır bu kent: günlerin kısaldığı bir eylül akşamı, lokanta kapılarında rengarenk lambalar hep birden yandığında, ve terasın birinden bir kadın: ooh! diye keyifle bağırırken bu kente gelen biri, o an, aynı akşamı daha önce de yaşadığını ve o kez mutlu olduğunu anımsayanları kıskanır.

Marco Polo yolculuklarında gördüğü kentleri kendisine anlatırken Kubilay Han’ın onun her dediğine inandığı söylenemez, ama kesin bir şey var, o da Tatar imparatorunun genç Venedikliyi, diğer bütün ulak ve kaşiflerinden daha büyük bir merak ve dikkatle dinlemeyi sürdürdüğü, imparatorların yaşamında bir an vardır: zapt ettiğimiz uçsuz bucaksız toprakların verdiği gurur duygusunu, bu diyarları tanımak ve kavramaktan yakında vazgeçeceğimizi bilmenin hüzün ve rahatlığını izleyen andır; bir duygu vardır: yağmurun ardından fillerin ve ocaklarda ağır ağır soğuyan güllük ağacı küllerinin yaydığı kokuyla birlikte akşam içimize çöküveren bir boşluk duygusudur; haritaların kızıl-sarı kavislerine, öyküler dokurcasına işlenmiş ırmakları ve dağları titreten, son düşman ordulannın bir bozgundan diğerine yok oluşunu bildiren mektupları birbiri üstüne düren, değerli madenler, işlenmiş deri ve kaplumbağa kabuklarıyla ödedikleri vergiler karşılığında muzaffer ordulanmızdan himaye dilenen adı sanı duyulmamış kralların mühründeki mumu söküp atan bir baş dönmesi vardır. O ana dek bize bir harikalar harikası gibi görünen imparatorluğun, ‘son’suz ve ‘biçim’siz bir yıkıntı olduğunu, çürümüşlüğünün asamızın kurtaramayacağı kadar kangrenleştiğini, düşman krallara karşı kazanılmış zaferlerin bizi onların ağır, uzun yıkımlarının mirasçısı kıldığını keşfettiğimiz bir umarsızlık anıdır bu. Kubilay Han, yalnız Marco Polo’nun anlattıklarında yıkılmaya mahkum surların ve kulelerin ötesine geçiyor, akkarıncaların bile kemiremeyeceği kadar ince bir resmin telkari çizgilerini yalnız orada seçebiliyordu.

“Marco Polo yolculuklarında gördüğü kentleri kendisine anlatırken, Kubilay Han’ın onun her dediğine inandığı söylenemez”: hiçbir atlasta bulunmayan kentlere yapılan yolculukların anlatısı böyle başlıyor Görünmez Kentler’de. Coğrafi ve tarihsel bir yabancılaşmanın ilmek ilmek dokunduğu bu kitapta her kent bir kadın adı taşıyor; bu kentlerin hangi geçmişe, hangi şimdiye ve hangi geleceğe ait olduğunu bilmek olanaksız. Kitabın ilk satırlarından başlayarak okuru saran büyü, Harikalar Kitabı’ndaki ya da Binbir Gece Masalları’ndaki düş diyarı Doğu’nün büyüsü. Ama satırlar ilerledikçe göstergeler dağarı ağır ağır değişir. Yerküreyi giderek örten çağdaş devkentlerin ortasında buluruz kendimizi ve düş kentleri, gölgelerini imgelem perdemizin üzerine düşürdükçe kentler çizgilere, noktalara dönüşür, ve görünmez olur. Düşlerde yaşayan bir Marco Polo’nun, hüzünlü bir Yüce Han’a anlattıkları, tıpkı Ortaçağ’in coğrafya bilgileri gibi, öznel ve tartışılmaz bir amblemler katalogu olur çıkar. Düzyazı şiirlerden, masallardan düşlerden oluşan bölümlerde birinden ötekine, yine de bir rota çizilebilir, bir yolculuğun gizli güzergahı izlenebilir. Belki de, yerlerle sakinleri arasındaki ilişkilerin, kentleri tüm açılarıyla bize yaşatan, onları bizim bir parçamız kılan arzuların ve bunalımların içine bugün hala yapılabilecek tek olası yolculuğun güzergahıdır bu. Görünmez Kentler’le Italo Calvino, cevaplamaktan çok soru soran, kendisini irdeleyerek, sorgulayarak gelişen, çoğul yön ve katmanları özgürce kateden özenli ve kusursuz bir yapıya yerleşerek her okura, kendi nedenleri ve duygularına göre bozup bozup kurabileceği bir kitap yazdı. Görünmez Kentler, Calvino’nun en önemli kitabı sayılıyor.

Remzi Kitabevi, Çilek serisi
Türkçesi : Işıl Saatçıoğlu (İtalyanca’dan çeviri)

Dünyanın kendisi olmaksızın nasıl olacağını görmek için, bundan böyle sanki ölmüş gibi davranmaya karar veriyor Bay Palomar. Bir süredir, kendisiyle dünya arasındaki ilişkilerin eskisi gibi olmadığının farkında; eskiden, kendisinin de dünyanın da birbirlerinden birşeyler beklediklerini sanırken, şimdi, iyi ya da kötü, neyin beklendiğini, ya da bu beklentinin kendisini sürekli olarak korkulu bir sıkıntı içine sokan gerekçesini ansımıyor. Continue Reading

Yaşlıların gençlere, gençlerin yaşlılara hoşgörüsüzlüklerinin doruğa ulaştığı, yaşlıların, sonunda, gençlere hakettiklerini söylemek için kanıt biriktirmekten başka bir şey yapmadıkları ve gençlerin de, yaşlıların hiçbir şeyi anlamadıklarını göstermek için bu fırsatı bekledikleri bir dönemde, tek söz söylemeyi başaramıyor Bay Palomar. Continue Reading

Bir doğu ülkesi gezisinde Bay Palomar, bir pazardan bir çift terlik satın aldı. Evine dönünce, terliği giymeyi deniyor: Bir tekin öbürkünden daha büyük olduğunu ve ayağından çıktığını görüyor. Continue Reading

Bay Palomar, Paris’te bir peynircide sıra bekliyor. Küçük saydam kaplarda zeytinyağına yatırılmış, çeşitli ot ve baharat katkılı kimi küçük keçi peynirleri almak istiyor. Müşteri kuyruğu, en bilinmedik ve uyumsuz türlerin örneklerinin sergilendiği bir tezgah boyunca ilerliyor. Continue Reading

Bay Palomar, ıssız bir kumsal boyunca yürüyor. Tek tük denize girenlere rastlıyor, Genç bir kadın, kumlara uzanmış, göğüsleri çıplak, güneşleniyor. Saygılı bir insan olan Bay Palomar, bakışını denizin ufkuna çeviriyor. Continue Reading

15 Ekim 1923’te Küba’da doğdu. Genç yaşta İtalya’ya göç etti. İtalya’nın en önemli yazarlarından biridir. 19 Eylül 1985’te Siena’da öldü.

Italo Calvino Fotoğraf KiTAPLARI
Ağaca Tüneyen Baron
Varolmayan Şövalye
Kozmokomik Öyküler
Sıfır Zaman
Gözlemci
Görünmez Kentler
Kesişen Yazgılar Şatosu
Savaşa Giriş
Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu
Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler
Zor Sevdalar
Palomar
Jaguar Güneş Altında
Amerika Dersleri Gelecek Binyıl için Altı Öneri
Karga Sona Kaldı
Kitaplarımdan Birini Nasıl Yazdım
İkiye Bölünen Vikont